Toplu Soruşturmamız / Yazı 1977

Muammer Yüzbaşıoğlu         Toplu Soruşturmamız Bölümü’nde Yazı Varlık Yıllığı, 1977

1. Bilinçlenme sürecini yaşamakta olan toplumumuzda görülen çok tehlikeli çatışmaların nedeni, bireyden yönetime değin uzanan hoşgörü yoksunluğudur. Toplumsal uyanışı büyük bir tehlike olarak görmek, bu tehlikeyi önlemek için baskıyı yeterli sanmak, her türünü uygulamak, sorunu çözmez. Çözmediği gibi daha da büyütür sorunu, baskı ile doğru orantı ilişkisi içinde bulunan tepkiyi artırır. İçinde bulunduğumuz korkulu ortamdan tek çıkış yolu, hoşgörü yoksunluğundan kurtularak her çevrede karşıt düşünceye de saygılı olmak, kaba kuvvetle davranmamaktır.

2. A) Ulusal eğitimimizin bugün de asıl sorunu; düşünen, üreten insanları yetiştiremeyişidir. Okulda yönetim, öğrencinin görüşünü sormaz, sadece buyurur. Öğretmen, öğrenciyi düşündürmez, gerçek diye kendi doğrularını koyar ortaya. Ders kitapları, programlar -çoğu yaşamla, yarınla ilgisiz bilgiler için- belleğe yüklenir. Deney, gözlem yerine karatahta ile tebeşir. Düşünen insan yetişir mi bu ortamda? Bilardo topu gibi kafalar yetişir, girintisiz çıkıntısız.

Yazın derslerinde de değişmiyor bu ortam. Bir ezberciliktir gidiyor. Bir tür yazın tarihi diyebileceğimiz ders kitapları, öğrenciye yazınımızın tümünü, ayrıntılarıyla öğretme savında. Dönemleri, sanatçıları, sanatçılarının özgeçmişleri, sanat özellikleri, yapıtlarının adları, türleri, biçimleriyle. Örnek diye inceletilen metinlerin çoğu yetersiz. Bu yöntemle dersin öğretimi yüzeysel olmakla kalmıyor, öğrenciyi ezbere zorluyor, düşündürmüyor.

Batı’da olduğu gibi, yazınımızın başyapıtlarından okullar için elkitapları hazırlanmalı, bir öğretim yılında yüzü aşkın sanatçıyı kuru bilgilerle tanıtmak yerine, bu kitaplardan birkaçı inceletilmelidir.

Ders kitaplarıyla ilgili bir başka sorun daha var: Ağırlığın nerdeyse yüzde yüzü eskimiş yazınımızdan. Yazınımızın tarihsel akışı Orhan Veli, Cahit Sıtkı, Sait Faik’e gelip tıkanıyor. Öğrenci; dilini, biçimini, içeriğini yadsıdığı yapıtlara karşı ilgi duymuyor. Bana bırakılsa, yazınımızı sondan başa doğru okuturdum. Neden mi? Benimsediği, beğendikleriyle edebi zevki, okuma ilgisini kazandırırdım önce. Bu kazançlarla yola çıkan öğrenci, eskimiş yazınımızı bugüne göre daha bir anlayışla öğrenmeğe yönelirdi. Geçmişi bilmesin mi? Bilecek ama bir ölçüde. Ölçü bir kaçırıldı mı, iş zorlamaya, not korkusuna dayanıyor. O zaman da bir tadı, anlamı kalmıyor yapılanın. Öğretmen için de, öğrenci için de. Çağımızın kimlik kartında üretim yazılıdır. Okula bu gerçeğin açısından bakalım bir de: öğretim programları öğrenciyi yükseköğrenime götürecek niteliktedir. Oysa çoğunluk yükseköğrenim yapmıyor, yapamıyor. Ortaokulu, liseyi bitiren öğrenci devlet kapısına ya da bir başka kapıya sığınmak, yaşamını açla tok arası, aybaşını bekleyerek sürdürmek zorunda. Böyle öğrenciler, okuldayken yeteneklerini beceriye çevirebilme olanağını bulmalı, okuldan çıkınca da topluma üretici olarak katılabilmeli, kendi ekmeklerini kendileri kazanabilmelidirler.

B) Çelişkilerin uyuşmazlığı belirginleştikçe toplumsal uyanış keskinleşiyor. Sanatçı da bastıra bastıra kullanıyor kalemini. Yazdıkları, halk dediğimiz sağlam, geniş bir tabanda yaygınlaşıyor. Olumsuz yanı, yazınımızın insana bakış açısı genişleyemiyor bir türlü.

C) Yazınımız, insanı dar bir açıdan yansıtıyor. Toplumsal içeriğiyle ters düşmeden, insana daha geniş bir açıdan bakmalıdır.