Orhan Özer’den bir anı, bir mektup…
ALMANYA’YA GİDEN ARKADAŞ(*) / ANI
Birçok geceler geldik o durakta oturduk. Herkesin caddelerden çekildiği, tramvayların bile geçmez olduğu saatler, yorulan ayaklarımıza nispet biz konuşmağa devam ettik. Anlatacak, dinleyecek ne çok şeyimiz vardı. Bazen şiirden, bazen hikâye, romandan, bazen cemiyet meselelerinden ve bazen bitmeyen zaruret ve dertlerimizden bahis açardık. Ve o çoğu zaman sarhoş gelirdi. “İç!” derdi. “İçmezsen sadece eşeklik yapmış olursun. İnsan iki böbreği sağlamken içmeli.” Böbreğinin birini ameliyatla kaybetmiş olması her hareketinin şuuraltı bir sebebiydi. Erken öleceğine inanıyordu. Az kalmış hayatı iyice yaşamak istiyor, vaktin geçtiğini görünce, sonun yaklaştığını hissettikçe ele geçirdiği parayı votka ve şaraba veriyordu. Bir şiir müsabakasına “Yarım” adlı bir şiir yollamıştı. Hiç bir ses çıkmadı. Fakat azmini hiç bir şey kırmıyordu. Ayık veya sarhoş hep şiire ve hikâyeye dönüyordu. Ben onun gelişmesini, değişmelerini, ümidini, aşktaki hayal kırıklıklarını seyrediyordum. Gitmeden yanıma geldi. Ayrılıklarını anlattı. Kızın babasının her şeyi altüst ettiğini, annesinin gelip kendisiyle konuştuğunu ve son buluşmalarını… Onu hiç böyle görmemiştim. Almanya’ya gidişi zannettiği gibi bir tahsil yapmak değildi. Onun da bu toprakları, bu insanları, bu hayatı fazla ayrılığa tahammül edemeyeceği kadar çok sevdiğini biliyordum. Kaçıyordu. Gururunu çiğnememek için, tekrar kıza dönmemek için, kızın ve annesinin “ya o ya ben!” diyen baba ve kocasının yanında rahatları bozulmaması için her şeyi terk ediyordu
“Ne yapmalıyım “ dedi. İstanbul Pastanesi’ndeydik. “Çıkalım” dedim. Ulus’tan Anafartalar’a doğru yürüdük. Sonra sağ sokaktaki küçük lokantalardan birine girdik. Son olarak rakı içmesini istiyordum.
“Git! “ dedim. Her şeyi unutmak bizi ileriye götürebilir!”
Sonra sarhoş konuştuk… Benimkinden bahsettik.
“Gitme!” dedi. “Ama bir daha gidersen…”
Neden sonra uyanıyor uykudan insan
Neden sonra anlıyor yaşamayı
Cömertçe güneşi sevdiğini
Cömertçe bağlandığını toprağa
Neden sonra farkediyor kara sevdayı
15 Mayıs 1955, Rize
(*) En çok sevdiği arkadaşı Muammer Yüzbaşıoğlu
MUAMMER’E MEKTUP(*)
31 Ağustos 1952, İstanbul
Sözde sana yazmayacaktım. Yazdıklarımı da yırtmıştım zaten. Ama şimdi her şey değişti. İstanbul’dayım.
Gece… Marmara gazinosunun balkonu… Mehtap var… Denizin ışık düşen yeri anlatılamayacak kadar güzel. Hafif bir rüzgâr var… Dört aydır ilk içkimi, bira, içiyorum… İçmeyecektim, ama İstanbul o kadar güzel, o kadar güzel ki… İçmemek ihanet olur. Sabah beş parasız trenden indim.(**) Arkamda resmi elbiseler var. Para bulmak imkânı yok. Esasen burada arkadaşım da yok. Fakülte işleri için gelmiştim. Fakülte taşınmış. Kapalı. Bayram ertesi işlerimi halledebileceğim. Ha, para bulmak imkânı yok. Baktım olmayacak, elbiseleri kırk liraya okuttum. Beşi gitmiş vaziyette. Hiç olmazsa bir bilet parası ayırmalı. Rauf “Tenkit” çıkarıyormuş. Rezalet. Fakülteyi birbirine katmış. Hepsini komünistlikle itham ediyor. Hem o şekilde ki kendisine bir şey olmayacak. Sıfır numaralı şantajcı. Haluk’la araları açılmış. Birbirlerine ağır ithamlar yapıyorlar. Fazla bir şey beklenmez ama bir şey değil, beni de arkadaşı zannederler de fakülte işi güçleşir. A.H.Tanpınar ve Kaplan’la konuşacağım. Mümkün olursa Osmanlıca imtihanına gireceğim. Kulakların çınlasın, radyoda o kadar güzel bir parça var ki! Şüphesiz Batı. Sen olsa idin beş parasız kalmağa razı idim.
Muammer, insan olduğumuz için zaaflarımız o kadar çok ki! Gidip Sevinç’le konuştun diye sana kızmıştım. Şimdi o hareketin hiçbir manası yok. Zira dört ay aşkımı unutmamı emrettin. Halbuki aksi oldu. Her gün onu hatırladım. Her gün istemeyerek onu düşündüm. Ne deli insanım yarabbi. İstanbul’a sanki onun için gelmişim. Caddelerde karşıma çıkıverecek gibi oluyor. Bereket ki çıkmadı. Onu görmek istemiyorum. Onunla konuşmamalıyım. O beni öyle bir eritiyor ki. Ve beni öyle harcıyor ki. Halbuki benim davam var. Her şeyimi ona vermeliyim. Memleketin bana ihtiyacı olduğunu görüyorum.
Varlık’a, Yedi Tepe’ye, Kaynak’a yazılar gönderdim. Hiç biri basılmadı. Bu da bana yazmak istidadımın olmadığını gösteriyor. Ben de iyice farketmedeyim ki benim istidadım ancak hareket ve heyecanla kabil. İyi bir yazar olamayacağıma göre. Kendimi politikaya vereceğim. Nankör diyebilirsin. Olsun. Ben başarmak azmiyle girişeyim de. Ben duyduklarımı şekillendiremiyorum, yoksa duymuyorum demek değil. Daima şair ve artist kalacağım muhakkak. Fakat cemiyete hakim olan davasına inanmış bir artist. Benim bütün ümidim sende. Türk romancılığını sende görüyorum.
Zira sende hem istidat hem irade var. İkinci bir nokta benim için insanlık ve memleket mühim. Ona nereden en faydalı olacaksam oraya koşmalıyım. Yoksa işin içinde vicdan azabı çekmek de var.
Osmanlıca çalıştım. Batı Edebiyatı da tamamlandı sayılır. İngilizce’ye de devam ediyorum. Bunlara şişmanladığımı da ekleyebilirim ki halimi iyice anlıyasın. O baş ağrıları, can sıkıntıları, nevrastenik hallerin yerinde yeller esiyor. Kafam saat gibi işliyor. Hafızam da iyi. Ama hâlâ para yok. Evin hali kötü. Borç iki binin üzerinde. Bense hâlâ çalışamıyorum. Şu elli gün geçse de para almağa başlasak. İlk işim borçlarımı temizlemek olacak. Çünkü ailemin daha çok çekmesine tahammülüm yok. Bu arada fakülteyi de bitirmeliyim. Eylül imtihanlarına gireceğim ama bakalım param olacak mı?
Ben bir zamanlar kararlaştırdığım bütün şeyleri tatbik ettim. Bütün yaz iki paket sigara içtim. İşte ikinci paketin sigaraları elimde.
Yok! Muammer yok! Sevmedikten, içmedikten sonra bu dünyanın tadı tuzu yok. Onun için kendini kaidelere çerçeveleme. Ömrümüzün ne olduğunu biliyor muyuz ki! İç ve sev! Sevil! demiyorum. O şansa bağlı. Mesele sevmektedir, bütün benliğini vererek, sevilmeyeceğini de hesaba katarak sevmekte. Yazmak, okumak, bunlar vasıta. Saadeti aramanın vasıtaları. Halbuki saadet ayağımızın dibinde. Şaheser yaratmak istemek budalalık. Başkalarına güzel şeyler bırakmak istemek te kendimizi beğenmişliktir. Yazacaksan bile kendin için yazacaksın. Hırsını, ihtirasını, kinini tatmin etmek için.
Fazla devam etmeyeyim. Zira hem uykum var hem de rüzgâr. Bir kaç gün sonra İstrati gibi İzmir’e açılacağım. Ölmeden serseriliğimi tamamlamalıyım. Sevinç’i unutmaya çalışmasaydım bunları yapabilir miydim? Ne gezer.
Ne şehirler unutturdu bana
Ne dudakları boyalı işveli kadınlar
Gezdiysem diyar diyar serserice
Aklımda yine O var.
Uyku değil gözlerimdeki ağırlık O dur
O dur kafamın içindeki karışıklık
Denizdeki mavilik, gökteki ışık
Yaşayan ben değilim kendimde, O dur
Onsuz ne ay geçti ne gün
Sanki derin bir uykudadır zaman
Kalbimde çarpan gözümde yanan
Kanımdır sanma inan ki O dur
(*)Muammer Yüzbaşıoğlu (**) Ankara/Sarıkışladan geliyor.