İlk Öğretmenim / Yazı 1976

Muammer Yüzbaşıoğlu         Cengiz Aytmatov’un “İlk Öğretmenim” Öyküsü Üzerine Varlık 828, Eylül 1976

İlk Öğretmenim

Yaşayan büyük Rus yazarlarından Kırgız asıllı Cengiz AYTMATOV’un «İLK ÖĞRETMENiM» adlı uzun öyküsü bir ressamın tuval önündeki arayış sıkıntısı ile başlar. Tablonun konusu belidir belli olmasına: Köyünün ilk öğretmeni DÜYŞEN. Ancak, «insanı sarıverecek bir anlatım gücünü», «didinmelerle geçen bu çetin yaşamı, insanların değişik yazgılarını, doymak bilmez tutkularını anlatacak renkler»i bulamaz bir türlü. «Nasıl etsem de bu işin altından kalksam?» diye sorar kendine. «Başladığım bu işi yüzümün akıyla bitirsem, kafamdan doğacak düşünce yalnız size ulaşmakla kalmasa, tüm dostlarımın ortak malı olsa?…»

Herkes yeniden başladığı tabloyu yapamayacağını, bu sıkıntıyı tek başına yenemeyeceğini anlayan ressam, herkesi yardıma çağırır. «Yüreğinizin sıcaklığını esirgemeyin benden. Yaklaşın, biraz daha yaklaşın. Size öykümü anlatmak zorundayım.» Öyküyü dinleyenler, Düyşen’in nasıl bir yüce kişi olduğunu anlayacak, ressamın bu insanlık kahramanını betimlemedeki yaratma sıkıntısını kavrayacaklardır.

Köyünde yeni yapılan yatılı okulun açılış törenine çağırılan ressam, orada Bilimler Akademisi ve Üniversite Öğretim Üyesi Bayan Altınay Süleymanovna ile karşılaşır. Düz taradığı saçlarına ak düşmüş, orta yaşını geçmiş, tıknazca bir kadın. İkisi de aynı köydendir. Köyün onur konuğu olan Bayan Süleymanovna, birkaç gün kalacağına söz verdiği halde, töreni izleyen yemekten sonra köyden ayrılır. Ressamı şaşırtan, köylüyü üzen bu gücenikliğini öykünün sonlarına doğru açıklayacaktır: ilk öğretmeni Düyşen ile karşılaşamayacağını, onun yüzüne bakamayacağını anlamıştır. Nedenine gelince, doğup büyüdüğü köye, aradan yıllar geçtiği halde, bir kez bile gitmediği için kendinden utanmıştır. Bir de köylüsüne sitem saklıdır kalkıp gidişinde. Törenin onur konuğu kendisi değil, köyün ilk öğretmeni Düyşen olmalıydı. Ama «biz hepimiz neşeyle eğlenirken o altın yürekli insan, postacılık görevini aksatmamak için çalışıyor, kutlama telgraflarını zamanında yetiştirmeğe bakıyordu.»

Bayan Süleymanovna, birçok önemli ve ivedi işlerini bırakarak, Moskova’dan bir mektup gönderir ressama. Köydeki tören sırasında kendini toplayıp diyemediklerini bu mektupta anlatır. «Bu anılarımın yalnız hemşerilerim için değil, herkes için, özellikle gençler için yararlı olacağı kanısındayım. Yazacaklarımı ne kadar çok insan öğrenirse, duyduğum acı da o kadar azalacak.»

Öykü, buradan Altınay’ın ağzı le başlar.

«Eski çağlardan beri köylüyüz biz. Çapamızla çalışır, karnımızı doyururuz. Çocuklarımız da aynı işle geçineceklerine göre, okul onların nesine? Okumak bizim gibi halkın değil, bizi yöneteceklerin işine yarar. Öyleyse fazla kafa ağrıtma!»

1924 yılında, içinde yoksul insanların yaşadığı ufak bir köye okul açmak için gelen Düyşen’i böyle karşılar köylüsü.

Sarkık kaşlarının altından sertçe bakan, uzun boylu, iri kemikli, asker kaputlu genç, doğru sözden anlamayanların karşı çıkmalarını yönetimin mührünü taşıyan emri göstererek, dikleşerek yatıştırdıktan sonra:

«Bizler yoksul insanlarız. Bizi hep küçük görmüşler, ezmişler. Bugüne değin karanlıkta yaşamışız. Ama şimdi, yönetim ışığı görmemizi istiyor, okuma yazmayı öğrenmemizi istiyor» der. «Bunun için de çocuklarımızı okutmamız gerek.»

Tepede devrim sırasında kaçan, varsıl bir köylüden kalma; yıkık dökük bir tavla vardır. Düyşen, bu yapıyı onarıp okula dönüştürmek için köylüden yardım ister. Kavgacı Satımkul köy adına konuşur: «Aslanım, sen kendi işini kendin gör. Çocukları alacağın aylıkla okut. Devlette para çook!… Bizim derdimiz başımızdan aşkın. Onun için bize hiç dokunma!» Ve sıvar kollarını kıtlık yıllarında bu köyden çıkan, bir daha da dönmeyen Taştanbek’in oğlu Düyşen, tek başına, sırtında bir asker kaputuyla girişir işe. Tavlanın avlusunu temizler, dış duvarlarını balçıkla sıvar, kapısını penceresini onarır. Açar okulu günün birinde. Öğrenciler yere serilmiş, sapların üstüne otururlar. Ellerinde birer defter kalem, birer de tahta parçası önlerinde, yazarken defteri koymak için.

İlk kar yağana değin okulla köy arasındaki dereyi sığ yerlerinden geçebilen çocuklar, sular soğuyunca başlarlar ağlaşmaya. Düyşen, bu zorluğun da üstesinden gelir. Sırtında bir kıyıdan ötekine geçirir küçükleri. Günde iki kez. Kışlıklarına çekilip yalnız öğretmen için köye inen varsıl köylüler, başlarındaki tilki kürkünden kırmızı kalpakları, sırtlarında koyun postundan gocukları, altlarında semiz, ürkek atlarıyla yanından geçerken pis pis bakarlar Düyşen’e.

Düyşen’in kız öğrencileri arasında bir Altınay vardır. Öğrencilerinin en büyüğü, on beş yaşında. Öksüz olduğu için amcasının yanında kalmaktadır. Evde insandan sayılmayan Altınay, daha ilk karşılaşmalarında, içini ısıtıveren gülümsemesi, birkaç tatlı sözüyle Düyşen’e bağlanıverir. Okula yazmak için evlerine geldiği gün, yengesinin: «Bu kız sokaklarda sürterken işleri kim yapacak?» diye çıkışmasına karşı koyuşu, onu iyice yaklaştırır Düyşen’e. Arada bir başka olay geçer başından. Bir gün, köyün yukarısındaki yamaçlardan tezek toplar arkadaşlarıyla. Eve dönerken okulu, öğretmeni görmek isterler. Düyşen, yüzü gözü çamur içinde çıkar karşılarına. Adlarını sorar. «Altınay… Güzel bir ad» der. Altınay döner yolun yarısından, evde işiteceklerine aldırmaz, bırakır tezek çuvalını okula gidince. Kışın okulun yakıtsız kalmasını istemez. Küçük de olsa bir iyilik yaptığı için, mutludur. «Okula gidip okuyacağım! Arkadaşlarımı da götüreceğim okula!..» diye tutturur yollarda, eve yeniden tezek toplamak için koştuğu bayırlarda. Okul başlayınca öğretmenin sağ koludur artık. Kışın geçit vermeyen derenin sığ bir yerine taş döşerler birlikte. Altınay, incecik ayak bileklerinin soğuk suda buz kesmesine dayanmağa çalışır. Altınay, başına gelecekleri bilmeden verir kendini okuluna. Gel gör ki, amcası, yengesi birlik olur, Altınay’ı kırmızı yüzlü, kütük gibi bir adama başlık karşılığı vermeğe kalkışır, söz de keserler. Düyşen dikilir karşılarına, Altınay’ı o eve bir daha bırakmaz. Yeri, kendisinin de kaldığı Soykal Nine’nin evidir. «Duygulu, akıllı bir kızsın. Senin büyük bir bilgin olacağına güvenim var. Buna inanıyorum. Yanılmadığımı anlayacaksın» der Altınay’a. Onu kara kara düşünmekten, yenge korkusundan kurtarmak için iki fidan getirir okula. «Bu iki kavak fidanını senin için getirdim. Hadi, birlikte dikelim onları! Fidanlar boy attıkça, sen de büyüyüp serpileceksin, sonunda iyi bir insan olacaksın.» Düyşen bir yandan öğrencisini avutmağa çalışırken, bir yandan da onu bir yatılı okula yerleştirmeyi koyar kafasına. Üçüncü gün, ders yaparlarken, yengesi çıkar gelir üç atlıyla. O kırmızı yüzlü, kütük gibi adam, yengesinin de kışkırtmasıyla, Düyşen’i sopadan kanlar içinde bırakarak alır götürür Altınay’ı. Obanın çadırında gözlerini kadın olarak açan Altınay, kaçmağa yeltenir, başaramaz. Kendi yaşında kızları olan azgın adamın ikinci karısı, Karkıdın’ın kumasıdır artık. Çok geçmez, Düyşen iki inzibat eriyle basar çadırı. Adamın yakasına yapışır: «Onu bir körpe ot gibi ezdiğini sanıyorsan, yanılıyorsun. Senin çağın çoktan geçti. Şimdi onunkisi başlıyor!» diye haykırır. Bağlarlar adamın ellerini, yüklerler bir atın sırtına. Düyşen Altınay’ı atına bindirir, kendisi yaya, yola çıkarlar.

Yaşama dönüşü bu keçi yolundan başlar Altınay’ın. Düyşen, onu Taşkent’teki bir yatılı okula yerleştirmeyi başarmıştır, iki gün sonra istasyondan uğurlarlar Altınay’ı. Düyşen, Soykal Nine, kocası ve öteki komşular. İçlerinde okulun açılışına karşı koyan kavgacı Satımkul da vardır. Düyşen, «oku, durmadan oku!» der ayrılırken Altınay’a. «Hiç bir şeyden korkma, yürekli ol!» Tren hareket eder. Düyşen, gittikçe geride kalarak bir süre koşar trenin yansıra. «Altın-a-ay!..,» diye haykırır ardından. Sanki son anda söylemek istediği bir şey var gibidir. Gönlünün yarısı orada kalır Altınay’ın…

Altınay, Düyşen’in düşlediği geniş pencereli, büyük okullarda okur. Üniversiteyi de bitirir. Karşılaştığı bin bir güçlüğe, sıkıntıya, bir gün öğretmenine hesap vereceğini düşünerek, katlanır. Üniversite öğrencisiyken bir mektup yazarak onu sevdiğini, bekleyeceğini bildirir. Karşılıksız kalır mektubu. «Bence mutluluğumuzu bilerek engelledi. Belki de haklıydı böyle yapmakta» der anılarında Bayan Süleymanovna. Ardından yıllar geçer. Savaşın ilk yılı öğretmenini görmeğe köye gider. İstasyondan bindiği araba köye yaklaşırken heyecanlanır. Çok şey değişmiştir köyde. Tanımadığı sokaklar, yeni evler, bahçeler… Ve okulun bulunduğu tepede yükselen iki kavak ağacı, boyalı çatısı görülen yeni bir okul!… Gözyaşlarını tutamaz… Arabacıdan Düyşen’in cephede olduğunu öğrenir. Köye girmek istemez, yol ayırdımından istasyona döner. Savaş kazanılmış, acı bir mutlulukla son bulmuştur. Altınay, kente gelen köylülerinden Düyşen’i sorar. Adının yitikler listesinde çıktığını, belki de ölmüş olabileceğini söylerler. Sonra evlenir, iyi bir insanla mutlu bir yuva kurarlar, çocukları olur.

Bayan Altınay Süleymanovna, anılarını yazdığı mektubunun sonunda ressamdan yeni yapılan yatılı okula «Düyşen okulu» adının verilmesine çalışacağını, kendisinin de yardımcı olmasını ister. Moskova dönüşü köye geleceğini, öğretmeniyle karşılaşır karşılaşmaz ondan özür dileyeceğini, sarılıp kır sakallarından öpeceğini bildirerek noktalar mektubunu.

Ressam aradığı anlatım gücünü, renkleri, çizgileri bulamamıştır yine de. Bu basit fakat yüce kişiyi anlatabilmek için aramasını sürdürecektir.

Aytmatov, elli yedi sayfalık öyküsüyle sade bir insanın değerini vurgulamak istemiştir. Düyşen okuma yazmayı askerlikte öğrenmiştir. Elinde tek ders kitabı, alfabe bile yoktur. Kendisi bile heceleye heceleye okur. Ders programlarından, yöntemlerinden habersizdir. Ama onda bir şey vardır: Yürekten gelen bir coşku, yedi göbekten ataları bilgisiz olan insanlara bir şeyler öğretme tutkusu!

Bu tutku, kişiliğinin biley taşı olmuştur Düyşen’in. Köyünde okul açılmasına, köy çocuklarının okumasına karşı çıkanları, gerektiğinde dikleşerek, susturmasını bilmiştir. Bir tavlayı okula çevirmek, öğrencileri yetiştirmek için tüm güçlükleri tam bir özveriyle karşılamıştır. Sözünün eridir o. Bir iş için gittiği bucaktan üç gün sonra döneceğini söyler öğrencilerine, Sözünde durmuş olmak için, kar fırtınasında yola çıkar, atını parçalayan kurtlardan evinin kapısında zor kurtulur. Zalimin acımasız düşmanıdır. Altınay’ı satın alan kudurmuş varsılın gözünün yaşına bakmaz. İçinde büyüdüğü topluma bağlıdır. Altınay’dan yıllarca sonra, cephe dönüşü, Ukrayna’ya yerleşir. Yaşlandığında köyüne döner ölmek için. Köyün postacısı olur. At koşturur o yaşında bucak ile köy arasında. Çalışmayı, görevini tam yapmayı sever o. Açılış törenine, şölenine katılmaz. Haber salarlar, yine gelmez. Hemşerilerinin çektikleri kutlama tellerini bucak postanesinden alacak, okul müdürüne zamanında yetiştirecek, öteki mektupları da yerlerine zamanını geçirmeden ulaştıracaktır. Kısacası, Düyşen, yılmaz bir devrimci, er-demle güzelleşen bir basit yurttaştır. Büyük isimlere değer veren, alkış tutmasını seven insanlar, o gün törende Düyşen’in yokluğunu duymamışlardır bile. Kadehler köyden yetişip de çağın ileri gelenleri arasına girenlerin onuruna kaldırılmış, ilk öğretmeni aklına getiren tek kişi çıkmamıştır. Bir Altınay dudağını kadehe değdirmekle kalır.

Öyküyü bitirince eğitmenlerimizi anımsadım. Cumhuriyet ordusunda öğrendikleri abece ile kırk bin köyde, karın tokluğunun bile dışında, kıraç topraklarımızda kaç kavak fidanını yeşerten ilk öğretmenlerimizi… Sonra Köy Enstitülerinden köylerine koşan, kurak köy topraklarına gürül gürül akan yurtsever köy çocuklarını…. Öğretmeni düşman belletenleri düşündüm. «Bizden selâm olsun» dedim, «karanlıkların yılmaz savaşçısı tüm eğitmenlerimize, öğretmenlerimize!…»

(*) Cengiz Aytmatov, Bütün Eserleri: 2 (çev. M. Ethem Gözlü), İstanbul 1974, Cem Yayınevi