Düş / Öykü 1992

Muammer YÜZBAŞIOĞLU, Öykü, abece 1992 Ekim / 74

Düş

Yaşlı adam, uykulu gözlerini bir süre tavana dikti. Hiçbir şey seçilmiyordu. Neresiydi, neredeydi ?… Başını iki yana döndürdü. Perdenin aralığından sokak lambasının sarımsı ışığı sızıyordu. Tamam, ya-tak odalarıydı burası. Nerede bulunduğunu biliyordu şimdi, düş gördüğünü de. Ama rahatlamadı. Tam tersine, başını yastığın altına soktu, iki eliyle ensesine dek çektiği yorganın iki ucunu da iyice bastırdı. Sağına yattı, soluna döndü, olmadı. Sırtüstü yatması, gözlerini sımsıkı yumması da yetmedi. Gördüğü düşten ayıkmak istemiyordu. Gözleri karanlığa alışmıştı. Karısıyla aralarında bir komodin vardı. Komo-dinin üstünde bir gece lambası, açık bölmesinde okuduğu kitap ve ilaçları… Bir de çalar saat. Uyku tutmaz, her gece birkaç kez doğrulur, karanlıkta akrep ve yelkovanı seçmeye çalışırdı. Geceler uzadıkça uzuyordu… Hastalıktan mı, kafasındaki bitip tükenmeyen kargaşadan mı, yıllardır düzenli bir uykusu yoktu nedense. Geceleri yatağından kal-kar; odalarda, sofalarda dolaşır; pencerelerden evleri, ağaçları, gök-yüzünü, duran arabaları seyrederdi. Karısına döndü. O yine, hep olduğu gibi mışıl mışıl… Uyansa da konuşsalar! Yok. Geç yattı zaten. Kızlarına da gidecek bugün ev temizliğine yardım etmeye. Çocuklara da bakacak. O da yaşlanmaya başlamış. İnce yapısı ne kadar diri gösterse de yorgun. Tansiyonu var. Kalça ağrılarından, el ve ayaklarındaki uyuşmalardan yakınıyor. Varsın yatsın, dinlensin zavallı… Ne ki bronşiti rahat bırakmadı adamı. “Yorganı başıma çekeyim de öyle” derken kendini tutamadı, öksürüverdi. Arkası geldi öksürüğün. Bir, bir daha …

“Ne oldu, niye öksürüyorsun?”

Karısının yorganın altından başı görünüyordu yalnız. Konuşmuyordu da sayıklıyordu sanki.

“Göğsüm tıkanmış yine.”

Karısının bir şeyler söylemesini beklemişti.

“Uyudun mu?”

Karısı mırıldandı:

“Saat kaç?”

Adam dizlerinin üstünde doğruldu. O sırada sokak lambaları sönmüştü.. Perdenin bir ucunu kaldırdı. Ortalık ağarmıştı. Komodinin üstündeki saate baktı.

“Yedi olmuş.”

Kadın yorgun yorgun gerindi, esnedi…

 “Hayret, ben de deliksiz bir uyku çekmişim bu gece!…” dedi yaşlı, adam. “Çok ağır, belki kilomdan da ağır bir yükün altındaymışım da bu baskının altından kurtulmuşum gibi. Öylesine hafiflemişim… Nasıl da böyle doya kana uyuyabildim, şaştım doğrusu… Kalp damarlarında bir açılma mı oldu, kafamın içi bir düzene mi girdi acaba?”

Kadın sevinmişti.

“Aman ne iyi… Hangi dağda kurt öldü ki?… Ben de gittim gittim geldim..”

“Tansiyonun mu çıktı?”

“Bilmem… Belki de…”

Kocası kaygılanmıştı.

“Ölçelim istersen?”

Kadın, ölç ölç usanmıştı.

 “Yoo, hayır!”

Ona düşünü anlatacaktı. İyice uyanmasını beklemişti.

“Güzel uyumakla kalmadım, bir de güzel düş gördüm bu gece!”

“Hayırdır, nasıl bir düş?”

Gülerek ekledi kadın:

“Okul düşü olmasın yine?”

Gülsün mü, kızsın mı adam?

“Evet, yine okul!” demekle yetindi.

“Hay Allah iyiliğini versin, anlat bakalım öyleyse!”

Adam gerindi, yatağına iyice uzandı, kendisi gibi emekli öğretmen olan eşine düşünü anlatmaya başladı:

“Okulun açılış günlerinden biriymiş. Okulun bahçe kapısı ardına dek açık. Bahçe baştanbaşa sulanmış, sonra da süpürülmüş. Ortalıkta o hoş, ıslak toprak kokusu… Ağaçların arasına donanma asılmış. Renk renk… Eski yeni öğrenciler, veliler, öğretmenler bahçeyi doldurmuşlar. Belediye bandosu kürsüye yakın bir köşede. Ardarda marşlar çalınıyor. Öğretmeni, öğrencisi, en yeni giysiler içinde. Ben de senin yaş günümde aldığın mendilli kravatımı takmışım. Kürsüye çıkıyorum. Tam açılış konuşmasını yapacakken uyanıverdim…”

Yaşlı adam bayağı içlenmişti. Sesinden, yüzünden belliydi duygulandığı. Aynı okuldan emekli olan karısı da… O da çocuklarını anımsamıştı. Okula başlayışlar… O okulda ellerinden tutup üçünü de sıraya soktuğu açılış günlerini…

“Düşlerimde hep okul… Çalışıyorken neler olup bitiyorsa okulda, şimdi de düşlerimde yaşıyorum on-ları. Aynı yorgunluklar, sevinçler, üzüntüler, umutlar… Uyanıyorum. Düş gördüğümü anlıyorum. Sonra da gerçekten üzülüyorum, biliyorsun.”

Yorganı hızla attı üstünden.

“Kaç yıl oldu ben emekli olalı? On yılı geçti, hatta on iki yıl, değil mi? Düşlerimden çıkmıyor bir türlü okul yaşamım. Okul, okul, okul… Yetsin artık böyle düşlerden uyanmalarım!…

Sustu. Karısına dönüp baktı. Uyuyor muydu? Yok, hayır! Güler gibi, aynı duyguları paylaşır gibi bakıyordu kocasına.

“Bak ne oldu geçenlerde. Bizim okuldan iki arkadaşa rastladım gelirken. Genç çocuklar. Ayaküstü konuştuk biraz. Emekli olarak yaşamanın sıkıcılığını anlatmaya çalıştım onlara. Amacım, daha bir istekle çalışmalarını sağlamaktı. Daha doğrusu, etkilensinler istiyordum. Düşlerimde, aradan bunca yıl geçmesine karşın, hep okul gördüğümü söylemiştim. Ne deseler beğenirsin? ‘Hocam, gelin şimdi görün okulları bir de. Bakalım her gece okul mu girer düşlerinize?’ demezler mi?”

Sabah çayını koyacak, kahvaltı masasını hazırlayacaktı. Yılların alışkanlığıydı bu. Yatak odasından çıkmak üzereyken:

“Bak, ne geçiyor aklımdan” dedi karısına. “Geçenlerde duydum. Bir öğrencim bizim bakanlıkta genel müdür olmuş. Ona yazsam. Kurucusu olduğum, ilk müdürlüğünü yaptığım bir lise var. Memleketimde. Doğup büyüdüğüm yerde. Oraya atayın beni. Yöneticilik şart değil, öğretmenlik olsun. Alın şu emekliliğin çekilmez yükünü sırtımdan, desem…”

“……………”

Adam da bir süre suskun kaldı.

“Yaşlanan filler ne yaparlarmış, biliyor musun?”

Kadın: “Yoo!” der gibi kocasının yüzüne baktı.

“Sonlarının yaklaştığını anlayınca fil mezarlığına gider, ölmeye yatarlarmış. Eh, benim için de ne kaldı ki şunun şurasında?…”

Karısı, yutağında oluşan düğümün gevşemesini, yitmesini beklerken, göz pınarlarının yosunlarında iki iri damla belirmişti. Gözyaşlarını kocasından gizlemek için başını duvardan yana çevirdi.